"Ayinesi iştir kişinin / Lafa bakılmaz"


Marmaristen Datça'ya doğru yol aldığınızda,
Datça'ya 20 km tabelası ile Emecik Köyünün
giriş tabelasını görebilirsiniz.
Emeklilik zamanlarımı İstanbul dışında Kuzey Ege'de
Edremit körfezinde memleketim olan küçük bir köyde
geçirmeyi planlarken; hayat, Egenin en güneyine, ilk
cümlede tarifini verdiğim bu köye getirdi beni.
2007 Kasımdan beri yaşadığım bu köyde, köydeki hayatımla
ilgili tecrübelerimi/gözlemlerimi ve kaybolmaya yüz tutmuş
bilgileri zaman buldukça paylaşacağım.
Umarım zamana iyi bir tanıklık ederim.

Ve zaman değişti. Yol kasım 2014 de Emecik'ten Datça'nın içine düştü. Artık Hayat DATÇA'nın içinden akacak..

29 Aralık 2011 Perşembe

Doğa Takvimi 2011

Bu sayfa devamlı ilave edilen bir sayfa olacak. Bloga konulacak takvim bulamadığım için şimdilik bu şekilde notlar alacağım. Amacım bu yaşadığım coğrafyada ne, ne zaman oluyor kayıt altına almak, gözlemlerimi takvimleştirebilmek.

2011 Ağustos
*Ağustos başından 15 ine kadar - kışlık domates fidelerinin yerleştirilmesi gerekiyor.
*18 Ağustos - bu gün ilk kez hava yağmur yağacak gibi oldu sonbaharın ilk habercisi misali.

2011 Eylül
*21 Eylül - Sonbaharın geliyor. Bu gün çok güzel yağmur yağdı. Ağaçlar, bitkiler tozlarını attılar. Yağmur gecede devam etti. Sanırım bahçe 1 hafta su istemeyecek.

2011 Ekim
*03 Ekim- sumak, maydanoz, kudüs-medine hurması, katırtırnağı tohumlarını saksılara diktim. Sebze yatağına deniz ıspanağı, ıspanak, pazı tohumunu ektim.

2011 Kasım
*ay başından itibaren zeytinler toplanmaya başladı.
*bu gün (17 kasım) farkettim ki malta eriği çiçek açmış. Badem ağaçları da hafiften uyanmaya başladı.
*sebze yatağına patates diktim, zamanı bilmiyorum denemelik.

2011 Aralık
*dün (16 ara.) güzel bir yağmur yağdı. sonbaharın başından beri bu üçüncü yağmur bu sene kurak mı geçiyor ne.
*bu gün fark ettimki, malta eriği çiçekten meyveye dönmüş. daha çook küçükler.
*bahçede hala biber, domates, patlıcan alınabiliyor. kış bitiyor ama hala tarladan yaz sebzeleri tüketiyoruz.
*geçen sene 24aralık ve devam eden yılbaşı ve ertesinde her taraf günlük güneşlik di. soba yakmak ise keyfe kederdi. bu sene hava soğuk. 23 aralık da yağan tüm türkiyeyi etkileyen kar yağışı havayı soğuttu..yarında (  30 aralık) hava yağışlı..yeni yıla yağışla gireceğimizi bildiriyor tahmin istasyonları..





4 Aralık 2011 Pazar

Aşure Ayı

Bu gün hayatımda ilk defa aşure yaptım. Daha önce annem yaparken izlemiştim, yardım etmiştim ama bu kez tek başımaydım. İnternet sağolsun birazda o yardımcı oldu ve ortaya lezzetli bi aşure çıktı. Buradaki tariften yararlandım,  http://yemekkvakti.blogspot.com/2011/12/asure.html 

Bir tencere aşureyi komşulara dağıttım. Haftaya da üyesi olduğum DAÇEV in geleneksel yıl sonu toplantısına yapacağım.
Bu da aşureden küçük bir kare;


Kümesten Haberler

Artık büyüdüler, kaç ay oldu nisandan bu yana. Horozlar belirginleşti, bir tanesi hediye edildi çoktan.. Piliçler büyüyor, iki tanesinin ayak problemi var doğuştan.

İki tane de brahma tavuk adayını aldık, Bostancık dan geldiler.

Şimdi 19 sakini var kümesin. Şimdiki hallerinden bir kaç görüntü;




 Çok çalışıyorlar büyümek için, bahçe onların gübreleri ile coştu.

26 Kasım 2011 Cumartesi

Göz Yaşlarının Dili Olsa


2 ekim 2011, köyümüz ahalisi - yani köye sonradan istanbul'dan göçenlerle yaptığımız tekne gezisinden;
bu göz yaşları  01/10/2011 TBMM nin açılışı ve genç sivillerden en genç üyenin divan üyesi olduğu, Leyla Zana'nın 11 yıl aradan sonra karga tulumba götürüldüğü meclise geri dönüşü ve Ertuğrul Kürkçü'nün 11 arkadaşının anısına 11 karanfilli yaka iğnesi ile meclisteki yemin töreni heberlerini gazeteden okuyorum...
Engellemeler, ne  sürebilir? ne kadar engellenebilir?
Sonunda yine de hedefe ulaşılır. Peki Bu Zulüm niye?
Neler hissetti Ertuğrul Kürkçü ve Leyla Zana, ve bu empati sonucu engellenemeyen göz yaşları, hıçkırıklar.....
bu anı karelere döken İrfan Yürüt....

18 Ekim 2011 Salı

Kadın Beyni




Son günlerde heyecanla, kendimi keşfederek okuduğum, erkek/kadın herkese tavsiye edeceğim bir kitap. okunmalı.

23 Eylül 2011 Cuma

Ok Ve Yay

“Çocukların senin çocukların değil,

Onlar kendi yolunu izleyen Hayat’ın oğulları ve kızları.

Senin sayende geldiler ama senden gelmediler

Ve seninle birlikte olsalar da senin değiller.

Onlara sevgini verebilirsin, düşüncelerini değil.

Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.

Bedenlerini tutabilirsin, ruhlarını değil.

Çünkü ruhlar yarındadır,

Sense yarını düşlerinizde bile göremezsin.

Sen onlar gibi olmaya çalışabilirsin ama sakın onları

Kendin gibi olmaya zorlama.

Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur.

Sen yaysın, çocukların ise senden çok ilerilere atılmış oklar.

Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür

Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.

Okçunun önünde şükranla eğil

Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar

Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever...”

şair ve filozof Halil Cibran...

Taraf gazetesinde okuduğum Sezin Öneyin köşesindeki bu şiirden çok etkilendim. Ve bu sayfada da yer almasını istedim.

19 Eylül 2011 Pazartesi

Renklerimizi Kaybediyoruz

Bu bayramda (modernistlerin şeker, geleneksellerin ramazan bayramı dediği) Çanakkale'ye memleketime gittim. Mahalle arkadaşımın kızının nişanı var. Bu tür eğlenceleri hiç sevmem, hiç gitmek istemedim, annemin ısrarına, "kızım ayıp olur"una yenik düşüp düğün meydanına vardık. Emecikteki düğünlerden farkı yok, sanırım bütün ege köylerinde ve kasabalarında durum aynı; geniş bir meydan, ortada bir org, detone bir söyleyici, ve kasetlerden, CD den çalınan oyunlar, yerden kalkan tozlar, oturup izleyen daha yaşlılar, aynı kıyafetler, (kot pantolon olmaz bu düğünlerde gece elbiseleri ya da tuvaletler giyilir.) abartılı makyajlar...  Kızlarla erkekler beraber oynarlar (ama herkes kendi eşi/nişanlısı/ya da en yakın kan bağı akrabası ile).

Ne kadar modern görünen, modernci bir toplum olduk. Geleneklerimiz, kıyafetlerimiz, rengarenk basmalarımız, allı güllü fistanlarımız nerde? kim aldı bizden onları, her yerde kot pantolan ve penye var, her yerde aynı renkler, tektipleştik. Bu askeri düzen değil midir? nerde sivilliğimiz, yerelliğimiz, isyanım var!!

Mimari tektip, bütün kasabalar birbirinin aynı. Aynı apartman modeli, aynı berbat mimari, hangi kasabaya ya da şehre girdiğini ayırt edemiyorsun, belediye başkanının kötü kadrajlanmış kasaba fotoğrafı önüne yerleştirilmiş, kollarını kavuşturup .......'mıza hoşgeldiniz yazısı da olmasa hangi kasabaya, şehre girdiğinizi anlamıyosunuz.

Bütün pazarlar aynı oldu artık, bütün marketler aynı, seyahat ettiğinizde bütün şehirlerdeki hediyelik eşya satan dükkanlar aynı.

Hatta beslenme çeşitliliğimiz bile azaldı, eskiden mevsiminde yediğimiz bir çok şeyi artık her zaman yiyoruz. Markette pazarda patlıcanı, kabağı, domatesi, hıyarı, v.b gibi bir çok sebzeyi buluyorsunuz bütün yıl. Aynı sebzeden yapılan çeşitli yemekler artık unutulmak üzere, genelde aynı yemekler yapılmıyor mu?
....................................................................
Emecikte zaman zaman, zamanı görmüş geçirmiş incecik, zarif, rengarenk yerel kıyafetleri ile bir hanıma rastlarım. Esvapları renklidir, çiçeklidir, kendi içinde çok güzel bi uyumu vardır. Onu ve milas pazarındaki, Küçükkuyu- Ayvacık pazarındaki yerel kıyafetleri ile rastladığım bir kaç köylü kadını gördüğümde hep aynı şeyleri düşünüyorum, aynı duyguları yaşıyorum; renklerimizi kaybediyoruz, renklerimizi elimizden alıyorlar biz farkında olmadan, modernlik adına, batıcı olmak adına, gelişmiklik adına..

Bu durum bana pek bi dokunuyo.. Lütfen Renklerimize sahip çıkalım! Lütfen!

16 Ağustos 2011 Salı

Ağustosta Dolunayda Periliköşk Koyunda

Ağustos ve temmuz aylarında akşamları sıklıkla çok sakin geçer, sıcak rahatsız ederdi. Bu sene rüzgarımız eksilmedi. 13 ağustos dolunayın olduğu gün, datça da geniş arkadaş topluluğu ile buluştuk. Kalabalık olunca ben dolunayın keyfini pek çıkaramam. Çünkü dolunayı izlerken sakinlik isterim, bir tür meditasyon yapar, arınırım. Zaten dolunayın doğuşunu da kaçırmıştık. O yüzden ertesi gün, akşam üzeri yemeklerimizi de alıp adaburnu da denilen periliköşk koyuna gittik. Masa, sandalye, kadehler, yemekler, küçük bir ışık, 7 arkadaş. Ve tabi aylanın mp3 ünden müzikler.
Hava rüzgarsız, çok hafif bir esinti var. Önce güneş battı, her tarafı kızıllık sardı, batı ufkunda rüzgar değirmenlerinin görüntüsü muhteşem. Sonra tam 180 derece zıttından ay turuncularını giyinmiş olarak katıldı bize. Henüz hava kararmamış kızıl renginde, ay ise turuncu. Birazdan ay bütün ihtişamı ile parlayacak, denize verecek şavkını ve denizde yakamoz keyfi başlayacak. Deniz ışıkla arınacak, bir sessizlik başlayacak, yakamozlara mı, denizin karanlığına mı, ayın parlaklığına mı, ayın parlaklığına inad gökyüzünde kendini ısrarla vurgulyan yıldızlara mı bakmalı. Hepsi birden olmaz mı? neden olmasın. Zaten öyle de oldu.
 Önce caz ve blues vardı masada, sonra yerini türk sanat müziğine aleko bacanosa, dedeefendiye bıraktı. Sessizlik, Huzur, Ferahlık, Derinlik, Aydınlık, Sonsuzluk, daha bir çok kavram içimizde, biz hepsiyiz, hepsi de biz. Bütün bu duygu seli taçlanmalı, denize atıyorum kendimi, suyun karanlığı ve serinliği içimi ürpertiyor, kışkırtıcı. Suyun kışkırtması bulaşıcı, arkadaşlarda atlıyorlar denize. Üşüyen çıkıyor, yakamozla daha çok beraber olmak isteyen kalıyor. Her yanımız yakamoz, içimiz de yakamoz, dışımız da.

Ve gecenin sürprizi peygamber devesi böceği masamıza misafir oldu.

Patlıcan Kıstırma Peynirli - Sazlı Usulü

Bu sıralar patlıcanın en bol zamanı. Bu nedenle patlıcan yemeklerine farklı bir kaç lezzet eklemek istedim. Bizim oralardan. Bunlardan biri de patlıcan kıstırmadır. Patlıcanlar (eğer kendi bahçenizden ve zehirsiz üretilmiş ise alacalı olarak) soyulur. Kalınca yuvarlak dilimlenir. Tuzlanarak bekletilir, kara suyunu atması için. Siyahlaşmış su çıkmaya başlayınca suyunu atması için sıkılır. Daha sonra dilimlenmiş tekerlek biçimi patlıcan dilimleri iki ayrı parçaya ayrılmadan ortadan kesilir. Daha önceden hazırladığınız peynirli-maydanozlu-dilerseniz karabiber ya da pul biberli karışım resimde görüldüğü gibi patlıcanların içine yerleştirilir.
Bir yumurta çırpılır ve yumurtaya batırılarak kızgın yağda kızartılır. Ya da fırınlanır. Hem hafif hem lezzetli, hem ana hem de ara öğün için çok uygun bir yemektir.
 Afiyet olsun.

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Üzüm Eriğinden Pestil Olur Mu?

Bu sene keşfettim ki, buralarda üzüm eriği denen yerel bir erik türü var. Üzüm gibi küçük, mor renkli, tam olgunlaşmamış ise mayhoş, iyice olgunlaştığında tatlı, tutkulu bir şarap renginde iç muhteviyatı olan. Bu meyveden ne yapılır dedi Kaya. Evinin bahçesindeki erik ağacını göstererek, marmelat ve pestil dedim. Önce pestili denedik, salça yaptığımız gün. İnternette pestil tariflerine baktığımda içine nişasta katılmıştı. Anneme danıştım, hatırladığım biz nişasta katmayız pestile, doğruymuş hatırladıklarım.



Yıkadığım erikleri pişirdim tencerede, sonra soğumaya bıraktım. Soğuyunca kevgirden geçirdik, çok az yağla yağlanmış tepsilere incecik serdik, ve güneşte kurumaya bıraktım. Amanallahım bu ne tutkulu renk. Tadı ise muhteşem.
Tepside kuruyunca pestil ters çevrilip altı kurutuldu. En sonunda da ipe asılıp kurutuldu.

Basma Börek - Sazlı Usulü


Ekmek yapıldığı gün, köydeki mahalle fırınına ekmekten önce  tepsilerle ya börek, ya fırın patlıcanı, ya da fırın kabağı hazırlanıp giderdi. Fırının yanan ilk alevli, güçlü ateşinde bu saydıklarım pişer, ve biraz ucundan da biz çocuklara düşerdi. Yemek olarak yaptığımız kabak ve patlıcan tepsisi öğle yemeği için eve gider ama böreğin ya da pidenin ucundan bize biraz kopartılıp verilirdi. Sıcak sıcak yenen o börek ve pidenin tadı, şimdi anılarda.  İşte anıları taze tutmak için bende bir tür pizza gibi olan bu böreği evde yapıyorum şimdi.






Tarifi ise şöyle: Ekmek mayalar gibi hamuru hazırlıyorsunuz. Ben ekşi maya kullanıyorum. Kuru maya da kullanılabilir. Hamur iyice mayalanınca içine bir çay kaşığı kabartma tozu ve su katarak onu gevşek bir kıvama getiriyorsunuz. Tepsiyi yağlayıp hamuru yerleştiriyorsunuz. Börek üzerine yerleştireceğiniz malzemeyi de yerleştirip üzerine azıcık zeytin yağı gezdiriyorsunuz. Ve fırında yüksek ateşte (250 C) üstü ve altı kızarana dek pişiriyorsunuz. Afiyet olsun.
Üzerine konulacak malzeme: Peynir ve ince kıyılmış pırasa-peynir ve maydanoz- peynir ve dereotu /çeşitleme size kalmış, susam-çörek otu.

Biber Salçası Yaptık

Biber salçasını daha önce pişirerek denemiştim. Bir hayli zahmetliydi. Daha kolay nasıl olur diye internette araştırdım. Çiğden de yapmak mümkün. Bu kez çiğ yapmaya karar verdim. Kaya bahçeden topladığı biberleri getirdi. Onları birkaç su yıkadık. Üretimde zehir kullanılmasa da toz toprak ancak temizleniyor, o yüzden birkaç su yıkamalısınız. Biberlerin başları kestik. İçlerindeki tohumları çıkardık. Sonra küçük parçalara ayırdık ve kıyma makinası olmadığı için iki kez mutfak robotunda kıydık. ilk salçalık muhteviyatı elde edince yorulmaya başlamıştık. Devam etmek için güce ihtiyaç vardı, toplanmanın ve imece usulü çalışmanın şerefine Özkan'ın getirdiği şampanyayı patlattık.

 Zorlu işleri keyfe dönüştürmezseniz günün sonunda hayli yorulursunuz. İşte bu yüzden bizde küçük bir mola verdik. Sonra salça muhteviyatı birikmeye başladı.
Resimde gördüğünüz tepsiden üç tane oldu. Kurutmak üzere balkona güneşe koydum. İçine tuz eklemeyi ihmal etmeden tabi. 3-4 gün boyunca günde 3-4 kez karıştırarak salça kıvamına gelmesini beklemeniz gerekiyor.
Bu kadar muhteviyattan 3 tane yarım kiloluk salça elde ettik. Ve paylaştık. Pişirerek yaptığım salçanın renginden çok güzel bir salça elde ettim. Pişirme usulünde renk daha az kırmızı oluyor.

31 Temmuz 2011 Pazar

Hele Deniz Suyu Serinse

Yaz geldimi sabahları deniz keyfimiz olur. Akşamları da. Bu sabahda diğer sabahlar gibi uyanıp, kahvaltı öncesi 3km yakındaki Karaincir koyuna araba ile indik.

Önce gazeteleri aldık, sonra kıyıdaki cafeye ulaştık. Haberlere göz attım, iki gündür tartışılan konu aynı, kuvvet komutanlarının istifası ve yeni kadrolar.  Buradaki sitede ciddi miktarda aydınlık okuru var, ulusalcılar çoğunlukta, ama bazı kesimlerin beklediği gibi bi hava yok. Herkes tatil gevşekliğinde..

Gazete başlıklarından sonra karaincirin turkuvaz sularına bırakıyorum kendimi...su serin, işte bu çok iyi, hatta harika, biraz yorgun hissediyorum kendimi.. yüzmeye enerjim yok, biraz suyla beraber olunca denizden güç alıyorum, onunla savaşmak yerine onun kollarına bırakıyorum kendimi..

sırt üstü yatıyorum, ağzım, burnum, gözlerim, alnım, ayak parmak uçlarım ve tabii göbeğim suyun üstünde .. kulaklarımın içine kadar su girmiş,  denizi dinliyorum, dipten gelen sesleri... küçük dalgacıklar bedenimi aşmaya çalışıyor, derin nefes alıyorum, bedenimdeki gevşeklik, gökyüzünde güneş, gözlerim kapalı, güneşin sıcak rengi, aydınlığı gözlerimde, büyük rahatlık, huzur...huzur..huzur..bütün bedenim gevşiyor, arada bir kaç kelime geçiyor kafamdan "izin ver uzaklaşsınlar", büyük boşluk zihnimde, bedenimde güzel bi serinlik, ciğerlerimde derin oksijen, elimin parmaklarının arasından geçen deniz suyu, burun deliklerimin kapısına gelip uzaklaşıyor, huzur, derin huzur, bu zamanda kalmak, kıyıya hiç ulaşmamak, bütün gün denizle beraber olmak, suyun üstünde doğruluyorum, inanılmaz bi güç, enerji yükü bedenimde, az önceki yorgun bedenim nasıl da dinç, tekrar bi seans daha huzur almalıyım, bi daha, bi daha...bu tadı alınca bırakmak istemiyor insan. Uzaktan Hasan'ın sesi geliyor, dün gece sohbettinden keyif aldığımız yeni arkadaşlarımız Özkan ve İbrahimle konuşuyor, hayat çağırıyor, veda etme zamanı geldi huzura, yarın, belki de akşama, gün batımında deniz ve güneşle buluşmak üzere...

29 Temmuz 2011 Cuma

Bamya Kavurması

Bamyayı ya seversiniz ya da sevmezsiniz. Ben sevenler kategorisindenim. Bu kez size yine farklı bir bamya yemeği tarifi vereceğim. İnsan egeli olunca sebze yemekleri de çeşitli oluyor. Pazarda yine pek sevilmeyen satışı az olan iri bamyalardan yaparım bu yemeği. Bu bamyalar kart değildir sadece yerini sevip biraz uzamışlardır. Bamyayı yıkadıktan sonra başlarını zeytinyağlıda olduğu gibi uğraşmadan hızla keserim. Dümdüz. Sonra yaklaşık yarım santim-bir santim kalınlıkta doğrarım. Tavaya biraz yağ koyarak kavurmaya başlarım. Ara sıra karıştırırken diğer tarafta küp doğranmış domates ana malzeme olmak üzere soğan- sarımsak- (ben hepsini severim) da koyarak onları da ayrıca kavururum, bamyalar uzamayı bırakıp kavrulmaya başlayınca içine bu domatesli karışımı ilave edip tuzunu ilave ederim.
Hepsini bir iki karıştırıp, hemhal olunca yani birbirine karışınca ateşi kapatırım. Bu son haline yumurta da kırabilirsiniz. Ya da yoğurtla, isterseniz bu haliyle ya da başka türlü sunum, artık gerisi size kalmış, afiyet olsun.

Kış Domatesi Olur Mu?

Benim çocukluğumda domates yaz meyvesi idi . Sonra sera domatesini öğrendik,  Emecik'e yerleşince de kış domatesini. Meğer Datçanın tarlada yetişen kış domatesi meşhurmuş. İki senedir dikim zamanını kaçıyordum, bu sene yakaladım. Fide dikimi için zamanlama önemli tabi, kış domatesi için de temmuz sonundan Ağustos 15 e dek dikmen gerek. Bu zaman aralığında dikersen tarladan aralık sonuna dek domates toplayabilirsin. 15 ağustosu geçersen domates verimli olmazmış.
Bu gün fideleri sabahın erken saatinde diktim, bir bölümünü daha serin olan kuzey batı tarafına, bir bölümünü de doğu tarafına, bakalım mahsül hangi tarafta daha iyi olacak.

19 Haziran 2011 Pazar

Kabak Çiçeğinden Farklı Bir Tarif

Küçük sebze bahçesi coştu. Mahsulleri almaya başladım. Çeri domatesler hemen hergün beş on tane meyve veriyor.
Kendisi bitme, oturak domatesler meyvesini verdi. Akşamki salata onlardan yapıldı.

 Salatalığı pazardan almıyorum artık.
Kabaklardan ikinci kez yemek yaptım.  Geçen sene sökmediğim patlıcanları nisan ayında budamıştım ürün verdiler. Biberler birer ikişer ürün veriyorlar, henüz kahvaltılık. Bu hafta yalnızca yemeklik domates ile azda biber aldım pazardan. Yakında biberde almam. Bol kabak diktim bu sene tavuklara da yedirmek için.
Kabak bol olunca çiçeği de bol oluyor. Kabakda iki tür çiçek olur. Birisi kabağın ucundaki buna dokunmazsınız kabak meyvesini büyütür. Diğeri ise kabağa dönüşmez sadece çiçek olarak kalır .
İşte kabaksız olan bu çiçekleri sabah erken saatte toplarsınız. Genellikle dolması bilinir bu çiçeklerin. Bizim memlekette çiçeklerden farklı bir yemek yapılır. Adına kabak çiçeği köğtüsü denir. Bir tür çiçek mücveri de diyebiliriz. Bakalım başka yapan var mı diye internette araştırdım ege bölgesinde bilinen bir yemek. Ben Datça da restoranlarda henüz rastlamadım.
İşte tarifi; sabah erken toplanmış çiçeklerin dışındaki sert yeşil kısım ile içindeki tohum bölümü çıkarılır ve kabak çiçekleri suyla yıkanır.
 
Daha sonra 1 yumurta, bir iki yemek kaşığı un (kabak çiçeğimiktarına göre), az su, tuz konularak çırpılır.


Yukarıdaki resimde gösterildiği kıvamda elde edilen hamurumsu karışıma kabak çiçekleri batırılır, içinde yağ olan ısınmış krep tavasına yerleştirilir. Aşağıdaki şekilde her iki tarafı da piştiğinde tabağa alınır. Hem hafif hem lezzetli olan bu yemek, kahvaltıda değişiklik istendiğinde ya da aperatif olarak alınabildiği gibi ara sıcak olarak da değişik bir renk katabilir sofranıza.

Dilerseniz yumurtasız un, tuz, su karışımı ile de yapabilirsiniz. Ya da bulamacın içine kıyılmış maydanoz-rendelenmiş peynir de ilave edebilirsiniz.
Eğer kabak çiçekleriniz az gelir bulamacınız kalır  ise üzülmeyin, azıcık kabak rendeleyin kabak mücverine de dönüştürebilirsiniz yemeğinizi.

Zeytinyağından Sabun Yapmak

Annem "bu gün rüzgar yok ateş yakabiliriz, sabun yapalım" dedi. İki gündür hazırlanıyoruz sabun yapmak için. İlk hazırlık kül suyu yapmak. Kışın sobadan çıkan külleri biriktiriyorum. Ya bitkilerdeki yaprak bitlerine karşı kullanmak üzere, ya da tavuklar eşelenip kendilerini kül karışımı toprakla temizleyebilsinler diye. Bu kez sabun yapımında kullanmak üzere kül suyu hazırladık.
Bir miktar külü kovanın içine koyup iki litre civarında kaynamış su ilave ettik. Buna kül haşlama işlemi deniyor bizim oralarda (çanakkale-ayvacık-sazlı ).  Eskiden bu suyla çamaşır yıkanırdı, çeşme başında bir kül suyu kazanı görülürdü genellikle. Konuyu dağıtmadan devam edeyim, kül suyunun içine bir kaç dal taze adaçayı attık. Koku versin diye.

Önce malzemeler;
Bakır tava (biz iki kilo yağdan yapacağımız için kazan gerekmiyor, ancak daha fazla miktar için bakır kazan olmalı zira sabun kaynarken bir hayli kabarıyor)
Karıştırmak için ağaçtan ya da bakırdan uzun saplı kepçe ya da delikli kepçe
Kül suyu
Kostik
Sıvı Kostikten sabuna koymak için bir kap - maşrapa
Tuz (çok az)
Bulaşık deterjanı - ya da kül
Ateş için gerekli malzeme
Küçük bir kasa ve içine serilecek naylon örtü


Bakır tavanın dışına hiç açıklık kalmayacak şekilde bulaşık deterjanını sürdük. İsten kolay kurtulmak için. Bunun yerine kül hafif ıslatılarak dış kısıma sürülebilir. Aynı işlevi görüyor. Ateşi kurduk, etrafa kıvılcım sıçrayıp bizi heyecanlandırmasın diye genişce bir alanı ıslattık. Bakır tavayı sacayağının üstüne oturtup daha önceden hazırladığımız kül suyunu tavanın içinde ısıtmaya başladık. su ısınıp kaynamaya başlayınca
 bakır tencere içinde olan kostiğe bu kaynayan suyu yavaş yavaş döktük. Sabunda kullanacağımız kostik hazırlanmış oldu. Tavanın içindeki bütün kül suyunu kostiğe boşaltınca iki litre yağı tavaya koyduk. Bu arada kül kovasına musluk suyu ilave edip tekrar küllü su elde ettik.

Yağ ısınıp kaynamaya başlayınca haydi bismillah eşliğinde biraz kül suyu biraz kostik suyu alıp yağın içine kattık,ve karıştırmaya başladık, yağın rengi anında değişti.




  Bu işlem defalarca tekrar ediliyor. Sabun adayı sıvıyı devamlı karıştırıp içine kostik ve kül suyu karışımını ilave ediyorsunuz. Önce kıvamı seyrek iken giderek yoğunlaşıyor, sonra sabunlaşıyor.

Aygen görmek istedi sabun yapmamızı. Onun tabiri ile mayonez tutturur gibi birşey sabun yapmak. (Sonrasında da çalışacağız güzel mekan yarışması için, aday fotoğrafları ve jüri açıklaması http://www.datcaguzelmekanadaylar.blogspot.com/ a yüklenecek. )

 Sabun oldu dedi annem, artık sabun suyundan kendini ayırıyor.
İçine çok az tuz attık. Tavayı ateşten indirdik. Şimdi bu sıvı sabunu daha önceden içine naylon serdiğimiz kasaya alacağız, lakin mümkün olduğunca suyunu tavada bırakarak.

Benim evde biriktirdiğim sabun artıkları vardı. Onları atmıyorum, küçük parçalara ayırdığım bu artık sabunları-sabun sürtüklerini tavada kalan siyah sabun suyunun içine koyup eriteceğiz.


Sabundan kalan siyah suya altsuyu deriz. Çok keskin bir sudur, temizlemeyeceği kir yoktur. Meğer sabun sürtüklerini eritmek ne zor imiş, bir hayli uzun zaman alıyor, bir sonraki sefere daha küçük kesmek gerek, hatta rendelemeli. Bir süre erittikten sonra yine biriktirdiğim kızartmalardan kalan zeytin yağınıda içine azar azar koyduk, yaklaşık 750 gr kadar. Çok az kostikli su ekledik. İkinci bir sabun kalıbı elde edecek kadar sabun oldu. Diğer sabun kalıbının yanına dökeceğiz. Bu esmer bir sabun olacak, çünkü kızartma yağı rengini koyulaştırdı. 
Daha önce kasanın içine döktüğümüz sabunun yerini değiştirdim, annem feryad etti "ne yaptın!" diye. Meğer sabun yerinden oynatılmazmış. Kırılır kalıba gelmezmiş. Nerden birilirim ben. Olan oldu. Akşam sabun kuruyup sabunu keserken annemin dediği oldu, sabun dağıldı, kırık kırık oldu. Bu da bana iyi bir öğrenme oldu. İnsan hata yapınca gayet iyi öğreniyor. Bir daha sabun yerinden OYNATILMAYACAK.

Ateş söndürüldü, tavanın isi kolayca temizlendi, sabunun içine kedi, köpek, kuş v.s canlı girmesin diye üzerine çırpılar konuldu, ve soğumaya bırakıldı.

Akşam sabunları iki büyük kalıp halinde masaya koyduk, ele uygun ölçülerde, kalıp şeklinde kestik. Kuruması için serin bir rafa yerleştirdim.



 Tabi benim bilmezliğimle yaptığım kırııklar ile kıyı köşe düzeltme işleminden çıkan kırıklar tekrar kaynatılıp tekrar sıvı halde daha küçük bir kaba döküldü ertesi sabah da bu sabun kesilecek.
Şöylede olabilir, bu kırıklar rendelenip deterjan niyetine kullanılabilir.
Zahmetli bir iş sabun yapmak, bu bilgilerin kaybolmaması için, kendi sabunumu kendim yapmanın keyfi için, bu zahmete katlanılır.